Avrupa Birliği’nin tüm yeni otomobillerde zorunlu kıldığı Akıllı Hız Yardımı (ISA), yollarda can kaybının olmadığı bir geleceğe giden bir adım olarak sunuluyor. Ancak giderek daha çok uzman, ISA’yı son yılların en sakar ve potansiyel olarak riskli sürücü desteklerinden biri olarak tanımlıyor. Sistemin temeli güvensiz girdilere, yüksek sesli uyarılara ve neredeyse tamamen bağlamdan yoksun bir işleyişe dayanıyor; sıradan bir yolculuğu, ardı ardına gelen müdahaleci düzeltmelerin zincirine çeviriyor.

ISA, kamera ile hız sınırı levhalarını okuyor ve bunları haritalarla karşılaştırıyor. Fakat gerçek yollarda tablo daha karmaşık: levhalar yaprakların ardında kaybolabiliyor, kavşaklarda yinelenebiliyor, servis yollarına konumlandırılabiliyor ya da geçici olarak dikilebiliyor. Sistem, paralel bir yola ait sınırı kolayca geçerli sınır sanıp anında alarm verebiliyor. Sollama sırasında, çıkış rampasında ya da kısa bir hızlanma anında ISA sert biçimde devreye girebiliyor—tam da sürücünün bir uyarı daha değil, sakin ve odaklı kalmaya ihtiyaç duyduğu anda. Sürücü perspektifinden bakınca, bu kopukluk şaşırtıcı sayılmaz.

Sürekli yanlış alarmlar, sürücülerin bu uyarıları kısa sürede ciddiye almamasına yol açıyor; bu, tipik bir “yanlış alarm yorgunluğu”. Gerçek bir risk ortaya çıktığında ise dikkat çoktan körelmiş oluyor. Eleştirmenlere göre ISA, farkındalığı keskinleştirmek yerine insanları uyarıları filtrelemeye alıştırıyor; bu da sadece bu özelliğe değil, diğer sürücü desteklerine olan güveni de aşındırıyor.

Sonuçta yolda gerçekten olanlarla elektroniklerin sandığı şey arasında giderek büyüyen bir uçurum beliriyor. Sürücü trafiği izlemek yerine, bir sonraki ikazı tetiklememeye uğraşarak adeta otomobilin ruh hâlini kolluyor. Bu düzende güvenlik, kutu işaretlemeye dönüşüyor: araç desteklemekten çok denetliyor ve direksiyon başındaki deneyim yardım görmekten ziyade yönetilmek gibi hissettiriyor.